İslam’da kesin bir resim yasağı söz konusu olsaydı, bunca minyatürlü yazmayı nasıl açıklayabilirdik? Minyatürlü bir yazmanın “Devlet Malı” olarak nitelenmesini nasıl değerlendirmek gerekir? Kubadabad Kazıları’nda bulunan insan figürlü duvar çinilerini, İznik, Kütahya gibi merkezlerde üretilen çanak çömlek üzerindeki insan figürlerini nasıl açıklamak gerekir?
İslam’da resim yasağı var mı? Kur’an-ı Kerim’de resim ile ilgili bir mesaj bulunmamaktadır. Buna karşılık Sebe’ Suresi’nin 13. ayetinde, Hz. Süleyman’a atfen; “O’nun için isteğine göre mâbedler, heykeller, büyük tekneler kadar [geniş] havuzlar ve sağlamca tesbit edilmiş kazanlar yaptılar” sözleri heykel yapımı konusunda da bir yasak olmadığını belirtmektedir. Resim veya suret yasağı Semavi dinlerde yalnızca Musevi inancında mevcuttur. Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış bölümünün 20. ayetinin, 4. suresinde; “Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın RAB, kıskanç bir Tanrı’yım. Benden nefret edenin babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan sorarım” denilmektedir. Eğer dikkatlice okunursa bu sözlerden de anlaşılacağı gibi, burada atıf yapılan resim değil, önünde eğinilen put yapımıdır.
Hz. Peygamberin bulunduğu coğrafyada resim sanatının yaygın olduğuna dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Genellikle antik dönem Mısır’ı ve Roma İmparatorluğu’nun egemen olduğu bölgeler ile Mezopotamya ve İran çevresinde resim sanatının varlığı bilinmektedir. Resmin veya resim niteliğindeki fresklerin Emevî Hanedanı ile birlikte İslam dünyasına girdiği kabul edilmektedir. Özellikle Bizans İmparatorluğu ile olan temaslar erken dönemde Suriye ve Filistin’de yeni bir İslam sanatına can veren birçok kaynaktan en önemlisidir.
Suriye’deki Cebel Says, Kasrü’l-hayri’l-garbî ve Kasrü’l-hayri’ş-şarkî, Filistin’deki Hırbetü’l-Mefcer ve Hırbetü’l-Minye, Amman yakınlarındaki Kasrü’l-Müşettâ; alçak kabartmalı giriş kapıları, küçük camileri, lüks hamamları gibi mimari yapılarla donatılmıştır. Bu yapıların içinde pek çok mozaik, resim ve taş heykel bulunmaktadır.
İslam ve İkonoklazm
Oleg Grabar, “Bizans ile İslam ikonoklazmları arasındaki en belirgin fark, ilkinin büyük ikincisinin küçük ‘i’ ile yazılmasıdır” demektedir. Çünkü, “Bizans” coğrafyasındaki ikonoklazm o kadar etkili bir tutum ve davranıştır ki büyük harfle yazılmaktadır, buna karşın “İslam” da büyük harfle yazılmayı hak etmeyecek kadar sıradandır. Hristiyan inancında, ibadet edenler ile dinî figürlerin ilişkisini içeren VII. yüzyıldaki kriz; 726 yılı civarında başlayan zaman zaman şiddet içeren bir dizi fermanla gelen yasaklama 843 yılında yayımlanan ferman ile kaldırılır. Bu ferman sonrası bir kez daha ikonalar kiliselerde kendine yer bulur. Müslüman dünyasında bu şiddetli yasak ile karşılaştırılacak bir durum yoktur. Kur’an’ı Kerim put olarak kullanılmaları dışında resim ve heykel hakkında sessizdir, putlar ise en sert şekilde reddedilmektedir. Gerek Emevî saraylarında gerekse benzeri yapılarda görülen bu gibi figürlerin tahribi çoğunlukla geç dönemlerde ortaya çıkmaktadır.
Berlin’deki Pergamon (Bergama) Müzesi’nde teşhir edilen, II. Velîd’in halifeliği sırasında 743-744 tarihleri arasında yapılan Kasrü’l-Müşettâ Sarayı dış duvarlarında çok sayıda insan figürü görülmektedir. Benzer insan figürleri Halife Abdülmelik (724-743) döneminde yaptırılan Hırbetü’l-Mefcer Sarayı’nın girişindeki duvarlarda da bulunmaktadır. Ürdün’de bulunan bir diğer Emevî sarayı olan Kusayru Amre’de ise çok sayıda insan ve hayvan figürünün yer aldığı freskolar mevcuttur. Kusayru Amre’deki freskoların en meşhuru “Altı Kral” panosudur.
Müslümanlık, önceki Semavi dinlere nazaran okuma oranının daha fazla olduğu bir dönemde yayılmaya başlar. Anlaşılır olması ve kabul edilmesi için resim ve heykel gibi inancı destekleyici ek figürlere gerek duymadığını düşünmekteyim. Her ne kadar sonraki dönemlerde kesin yasak varmış gibi algı oluşturulsa da anlaşılan herhangi bir yasak yoktur.
Okumanın ve anlamanın önemi
Dinî yapılarda resim ve heykelin olmamasına karşın büyük oranda yazı bulunması okumanın ve anlamanın önemini vurgular. Resim ve heykelin anlaşılır olması için etkin bir birikim gerekir, eğer böylesi etkin bir birikimden yoksunsanız, birilerinin size resim veya heykelde anlatılan hikâye ile ilgili açıklama yapması gerekir. Müslüman inancında ruhban sınıfı olmadığı için bu görülenin yorumunu yapacak kişi de yoktur. Bu nedenle büyük boyutlu resim yapımına ihtiyaç duyulmamıştır. Bazı konuları ele alırken çok karmaşık nedenleri olduğunu düşünmek insanı yanlış yorumlarda bulunmaya sürüklüyor. İslam’ın yayıldığı toprakların büyük bir bölümü daha önce çoğunlukla Hristiyan inancına sahip bölgelerdi. Bu bölgelerde eskiden beri ikonlara tapınma gibi zaman zaman kilisenin de karşı çıktığı, büyük kıyımlara neden olan bir inanç türü mevcuttu.
İslam’da kesin bir resim yasağı söz konusu olsaydı, bunca minyatürlü yazmayı nasıl açıklayabilirdik? Üstelik 26 Aralık 2021 tarihli “Bir Kitap Hikâyesi” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, minyatürlü bir yazmanın Melek Ahmed Paşa tarafından “Devlet Malı” olarak nitelenmesini nasıl değerlendirmek gerekir?
Yalnızca yazmalarda değil, Kubadabad Kazıları’nda bulunan insan figürlü duvar çinilerini, İznik, Kütahya gibi merkezlerde üretilen çanak çömlek üzerindeki insan figürlerini nasıl açıklamak gerekir? Daha da ötesi Çanakkale üretimi seramik objelerde karşımıza çıkan aslan, at, deve, geyik gibi küçük boyutlu objeler nasıl açıklanabilir?
Kitap resmi ve hat
Sanırım resim konusuna uzak kalmanın iki sebebi var. İlki; Kur’an-ı Kerim’in Alak Suresi’nin 1. ayetinin “Oku” diye başlaması. Allah insana akıl ihsan etmiş, ondan bir başkasının yorumu yerine kendisinin okumasını ister. Aklını kullan ve oku, ne söylenmek isteğimi anla, kendini yetiştir ve sana ihsan edilenlerin farkına var. Ahlaklı ol, kul hakkı yeme gibi… İkinci sebebi ise İbn Haldun açıklar; “Devletin arzu etmediği fakat şehir ahalisinin rağbet gösterdiği hüner ve sanat devletin arzu ettiği hüner ve sanat çerçevesinde gelişmez, çünkü devlet büyük pazar hükmünde olup, o pazardaki her mal ve eşya o nispette revaç bulur, çok defa bir ihtiyaç ve zaruret halini alır, tebaa bu hüner ve sanata rağbet ederse de onların talep ve rağbeti genel mahiyette olmadığı için o hüner ve sanatın kıymeti yok derecede olur.”
Emevî iktidarının son bulması ve Abbasi iktidarının başlama sıyla birlikte resim ve heykel yapımı gözden düşer. İbn Haldun’un da belirttiği gibi sarayın tercihi kitap resmi ve hat üzerine yoğunlaşır. Elbette sanat anlayışı da bu çerçevede gelişir.
Büyük boyutlu resim konusu
Yıllar önce bir yüksek lisans tezi savunması sırasında; “Eğer Batı ülkelerinin beğenisi minyatür üzerine olsaydı, bugün dünyada minyatür mü, yoksa resim mi değerli olurdu?” diye sormuştum. Verilen “Minyatür” cevabı jüri olarak hepimizi mutlu etmişti. Ekonomik güç evrensel beğeniyi ortaya çıkartır. Fatih Sultan Mehmed’in saraya getirdiği resim anlayışı, oğlu Sultan II. Bayezid tarafından terk edilir. Saraydaki resimler haraç mezat satılır. Ancak oğlu Yavuz Sultan Selim, Sarayburnu’nda yaptırdığı Mermer Köşk’ün içini büyük boyutlu resimlerle donatır. Muhtemelen Yavuz Sultan Selim, Tebriz’de gördüğü yapıların duvarlarını süsleyen büyük boyutlu resimlerden etkilenmiş olmalı.
Daha sonra neler olur? Yavuz Sultan Selim’in Mısır’dan getirdiği ulemanın karşı çıkmaları mı, Kanûnî Sultan Süleyman’ın tercihi mi bilinmez, ama büyük boyutlu resim konusu terk edilir. Uzun yıllar boyunca resim giderek artan bir anlayış sonucu yasakmış gibi kabul edilir. Bu yasağın avam içinde kendine yer bulmasına karşın, havas ise büyük meblağlar ödeyerek minyatürlü kitap alır veya yaptırır. Eğer resim yasaksa sarayın yaptırdığı sûrnâmeleri, benzeri pek çok minyatürlü kitapları, sarayda mevcut olan nakkaşhaneyi nasıl değerlendir memiz gerekir?
Hırbetü’l-Mefcer’deki insan figürü