31 Mart 2024 tarihinde yapılacak olan yerel yönetim seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçilecek kişiyi şimdiden kutlarım. Bu şehirde yöneticilik görevi üstlenenlerin “Herhangi bir şehir değil, binlerce yıldır varlığını ve cazibesini koruyan” bir şehri yöneteceğini hatırlatmak isterim
Çocukluk ve gençliğimde yakın çevremizde dünyanın ilgisini çeken ve sık sık ziyaret edilen; Atina, Belgrad, Bükreş, Tahran, Bağdat, Beyrut, Kahire, gibi gece-gündüz yaşayan, capcanlı şehirler vardı. Bugün bu şehirlerin büyük bir çoğunluğu yaşamaya devam ederken eskisi gibi birer cazibe merkezi olmaktan uzaklaştılar. Günümüzde çok az insan Tahran ve Bağdat’ı ziyaret ediyor. Bükreş ve Belgrad, eski canlılığını ne yazık ki koruyamadı. Biraz olsun gece hayatı olsa da ancak iç turizmine katkı sağlıyor. Kahire eski görkeminden uzak, Mısır’ın sahip olduğu antik dönem anıtları ve yoğun propaganda ilgi çekse de bu ilgi daha çok Teb, Luksor ve Aswan gibi eski şehirler üzerine yoğunlaşıyor. Bir dönem fazlaca oryantalist yakıştırma ile “Doğu’nun Paris”i denilen Beyrut artık ülke içindeki karmaşa nedeniyle eski cazibesinden çok uzak bir hâlde. Atina ise hayatını sürdürmeye devam ediyor. Zaman zaman siyasi istikrarsızlık karmaşaya neden olsa da Yunan kültürü ve Yunanistan için son iki yüz yıldır yapılan yoğun propaganda cazibesini korumasına yardımcı oluyor ve sabahlara kadar süren eğlence hayatı onu ziyaret edenlerin sayısını günden güne artırıyor.
Dünyanın merkezi
Yaşadığımız coğrafya içinde İstanbul her zamankinden daha çok ön plana çıkmış durumda. Hem iç hem de dış topluluklardan şehrimize müthiş bir akın var. İstanbul’da yaşayanlar bu akından rahatsız, artan trafik nedeniyle, şehir içinde ister toplu taşımayla ister özel taşıtla bir yerden bir yere gitmek büyük problem. Kira fiyatları inanılmaz boyutlara yükselmiş durumda. Hemen herkes bu durumdan şikâyetçi. 2023 genel seçimlerinde çıkarttığı doksan sekiz milletvekiliyle ülke nüfusunun altıda birinin İstanbul’da yaşadığı anlaşılıyor. Bu nüfus ve onun yarattığı hareketlilik elbette şehrin zenginleşmesine katkı sağlıyor. Türk Hava Yolları, İstanbul’dan dünyanın en çok noktasına uçuş yapan (264 noktaya) bir havayolu. Bazı yolcular için aktarma merkezi olarak da kullanılan İstanbul, dünya coğrafyasının merkezinde yer alması sebebiyle çok özel bir konuma sahip.
Kültür politikası
Ne yazık ki siyasetin toplumun hemen her noktasını etkisi altına alması nedeniyle bu şehrin ve yakın çevresinin ne kadar önemli olduğunun farkına varamıyoruz. Gerek İstanbul’un gerekse ülkemizin sahip olduğu kültürel emaneti yeteri kadar ön plana çıkartacak bir politikamız yok. Çoğu kez belirtmeye çalıştığım gibi, artık bir ülkenin fiziki olarak sınırlarını genişletmesi mümkün değil, son zamanlarda yaşanan Rusya-Ukrayna ve Filistin-İsrail savaşının yol açtığı problemler, güçsüz görülenlerden çok bu işe kalkışan sözde süper güçleri rahatsız etmekte. Buna mukabil kültürel olarak büyümenin sonu yok, kültürel büyüme ülkeler arasındaki sınırları kolayca aşıyor, ulaştığı hemen her yerde cazibe oluşturuyor. Günümüz insanı büyük bir arayış içinde, yeni bilgiler edinmeye çalışıyor. Yapay zekâ ve üretimde büyük oranda kullanılmaya başlanan robot teknolojisi, avamın iş alanlarını daraltmaya başlıyor. Kısa bir süre sonra avamın daralan iş alanlarının yerine havasın iş alanları genişleyecek gibi görülüyor. Bu genişlemeden pay almak için bilgimizi artırmak, yeni düşünceler oluşturmak gerekiyor.
XVI. yüzyılın ortalarında bir süreliğine İstanbul’da kalan ve onun sahip olduğu nitelikleri değerlendiren Petrus Gyllius; “CÆTERÆ IGITVR VRBES, VT SINT MORTALES, HÆC SANE QVANDIV ERVNT HOMINES FVTVRA MIHI VIDENTVR IMMORTALIS / Diğer bütün kentler ölümlüdür, ama İstanbul, sanırım, insanlar var oldukça yaşayacaktır.” demektedir.
Bu sözün boşu boşuna söylenmediğini anlamamız gerekiyor. Lygos’tan bu yana altı kez yıkılıp yeniden yapılanan bu şehir varlığını sonsuza dek sürdürecektir. Önemli olan bu şehir varlığını sürdürdüğü sürece yaşayanların ona ne kadar katkıda bulunduğu, gelecek kuşakların faydalanması için kültürel olarak ne yaptığıdır. Günümüzde İstanbul için yapılan pek çok şeyin sadece günlük ihtiyaçları gidermek amacıyla yapıldığını görüyorum. Gelecek için çok az şey yapılmakta gerek merkezi yönetimin gerekse yerel yönetimin böyle bir kaygısı neredeyse yok. Geleceğe hitap etmesi düşünülen anıtlar geçmişin kopyaları değil, geçmişten ders alan özgün tasarımlar. Bizim insanımızın geleceğe hitap edecek tasarımlar yapacak bilgi ve beceriye sahip olduğuna inanırım, ancak bunun için teşvik edilmeleri ve belirli oranda devlet tarafından desteklenmeleri gerekiyor.
Avrupa Kültür Başkenti
On dört yıl evvel, benim de danışma kurulunda yer aldığım bir etkinlik gerçekleştirildi. İstanbul, 2010 yılı için Avrupa Konseyi tarafından “Avrupa Kültür Başkenti” ilan edildi. Başkent olarak ilan edilen diğer Avrupa şehirleri ise Essen ve Pecs’di. Avrupa Konseyi’nin aklıevvel üyelerinin İstanbul’u, Essen ve Pecs ile birlikte değerlendirmesi bir nevi aşağılama içeriyordu. Essen nere, Pecs nere? Binlerce yıl varlığını bir imparatorluk başkenti olarak sürdüren bu şehrin birkaç aklıevvel tarafından bu şekilde değerlendirilmesinin altında yatan gerçek, İstanbul’un “Avrupa Başkenti” olarak popülerliğinin artmaması düşüncesiydi.
İstanbul’un bu etkinliği güçlü bir şekilde gerçekleştirmesi için özel bir kanun çıkarıldı. Devletin ekonomik desteğinin yanı sıra bazı ürünlerin satışından pay alınması kanun hükmü hâline getirildi. Elli altı üyeden oluşan bir danışma kurulu oluşturuldu. Merkezi idarinin atadığı yönetici kadro hemen her ay yapılan hazırlık toplantılarında bize bir şey sormuyor, “Siz ne düşünüyorsunuz?” demiyor, bunun yerine neler yaptıklarını veya yapacaklarını anlatıyorlardı. Danışma Kurulunun birkaç toplantısından sonra; “Doğru bizim adımızın başında bir ‘D’ var ama anlaşılan biz danışmadan çok ‘Dinleme kuruluyuz!’” diyerek itiraz ettim. Birkaç kişi güldü, çoğu kişi de ne söylemek istediğimi anlamadı, anlasa bile söylediklerimi pek kâle almadı ve sözlerim havada kaldı. Çünkü, 2 Kasım 2007 tarih ve 5706 sayılı “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkında Kanun” gereğince merkezi idarenin ağırlığı çok fazlaydı. Kanun gereği oluşturulan en yüksek organ olan Koordinasyon Kurulunun on üyesinin altısı görevdeki bakanlardan oluşuyordu. Kanunun getirdiği ikinci kurum ise Danışma Kuruluydu. Bu oluşum ister istemez dokuz kişilik Yürütme Kurulunun ve Danışma Kurulunun önerilerine değil, yukarıdan gelen emirlere uygun hareket etmesine yol açıyordu. Bilirsiniz biz de “Parayı veren düdüğü çalar!” deyimi vardır. Ne yazık ki düdüğü çalmak için görev alanlar, düdük çalmayı bir yana bırakın, düdüğü nasıl tutacaklarını bile bilmeyen, hatta bazıları hayatlarında böylesi bir düdük görmemiş insanlardı. Velhasıl ortaya konan para çarçur oldu, iyi şeyler yapılmadı mı, elbette birkaç şey yapıldı ama etkisi ne oldu anlamak zor. On dört sene sonra İstanbul’un bir yıl süresince “Avrupa Kültür Başkenti” olduğunu nerede ise hatırlayan kalmadı. Bunca çabaya karşın kalıcı pek bir şey ortaya konulamadı.
Yeni ve kalıcı işler
Sanırım çok uzun bir süredir geleceğin İstanbul’u için yeni ve kalıcı bir şeyler yapmayı düşünemez olduk. Günlük yaşantımızı etkileyen problemler o kadar çok ki, kimsenin geleceği düşünecek ne hâli ne de vakti var. Hâlbuki bazı insanların bu şehrin geleceği için senaryolar, projeler üretmesi gerekir. Yumurta kapıya dayanınca yapılan işten hayır gelmez. Bu şehre gönül bağı olan insanlar bir araya gelip bağımsız projeler üretmeli, senaryolar oluşturmalıdır. Kamuya açık oluşturulan bu projeler hem günlük tartışmalarımıza renk katacak hem de insanların ilgisini çekecektir. 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak olan yerel yönetim seçimlerinde oy kullanacağız, elbette herkes güvendiği adaya oy verecek. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçilecek kişiyi şimdiden kutlarım. Ancak seçilen başkanın yapacağı uygulamaların yalnızca İstanbul’da oturanları değil bu şehre gelecek herkesi ilgilendirdiğini hatırlaması gerekir. Bu şehirde yöneticilik görevi üstlenenlerin “Herhangi bir şehir değil, binlerce yıldır varlığını ve cazibesini koruyan” bir şehri yöneteceğini hatırlatmak isterim. Hemen her şeye “Muhalefet etmek için muhalefet etmenin” bir faydası da anlamı da yok… Önemli olan bu şehrin cazibesinin farkına varmak ve onu daha da arttırmak için çalışmaktır.
Karoly Kos’un dediği gibi “İstanbul bir şehirdir, herhangi bir şehir değil!” Hep merak ederim acaba gerek bu şehirde yaşayan gerekse şehrin yönetimine talip olan kaç kişi bu sözlerin altındaki derin ironinin farkındadır?