“İsrail son nefesini vermek üzere” diyen ben olsam, diyebilirsiniz ki, “Bu biraz hüsnü zan! Hatta hüsnü kuruntu!”
Din kardeşliği gayreti ile, gerçeklere ve uluslararası ilişkilere göz yumduğumu söyleyebilirdiniz. Nitekim, ben de bu kaygılarla, kurulduktan bir yıl sonra bile olsa, İsrail devletini diplomatik olarak tanıyan bir ülkenin gerçeklerini, bu ülkeyle şu kadar yıllık diplomatik, ticari ve hatta askeri ilişkiler içine girdiğimizi dikkate alınca, 9,3 milyon nüfusu, 127 milyar dolar ulusal geliri, Türkiye ile 8 milyar dolar ticareti olan bir ülkeye kefen biçmek, sanırım çok mantıklı olmazdı.
Ancak bu ifade, Haaretz gazetesi eski editörü ve yazarı, Kanal 10 isimli televizyon kurumunun yorumcusu, askerliğini birçok Filistin örgütüne karşı ve 1978’de Güney Lübnan’da Operation Litani adı verilen harekata katılarak yapmış olan bir Musevi gazeteciye aitse, sanırım nerede ve hangi şartlar altında edilmiş olursa olsun dikkate alınması gerekir. Sol görüşleriyle tanınan ve “Benim Vaad Edilmiş Topraklarım” başlıklı, çok kere basılmış olanı da dahil birçok kitabın yazarı Ari Shavit, Filistinlerin varlığını inkâr siyasetinin, gerçekte İsrail’in kendi kendisini inkârı anlamına geldiği görüşünde. Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak üzere İngiliz imparatorluğunu harekete geçmeye zorlayan ana amacın, “Musevilere bir yurt bulma” fikri olduğunu, bunun da Filistin’in paylaştırılması suretiyle gerçekleştirilebileceği kanaatini birçok makalesinde dile getiren yazar, İsrail devleti bu paylaşım fikrine sıkı sıkıya bağlı olarak inşa edilmiş olsaydı, bugün sadece tek ayağı üzerinde değil, iki ayaklı bir temel üzerinde duran bir varlıktan söz edilebileceğini savunuyor.
New York Times da dahil birçok batı medyasında yazan Ari Shavit, İsrail’in temelsizliğini savunmada o kadar ileri gidiyor ki, nerede ise İsraillilik diye bir kimlik olmadığını ifade ediyor. Bugün hemen hemen tüm İsrail vatandaşlarının bir ikinci ülkenin de vatandaşlığını taşıdığını öne süren Shavit, “Parmağımı Netanyahu ve diğer Neo-Nazi’lerin gözlerine sokuyorum, ‘Bu işgal rüyasından uyanın; bu zihniyetle bir devlet inşa edemezsiniz’ diyorum. Ama beni dinleyen yok” ifadelerini kullanıyor.
Shavit’in haklı olduğu nokta, “Museviler için bir vatan” fikrini ortaya atan ve bunu Osmanlı’ya, İngiltere’ye ve Fransa’ya kabul ettirmek için çok uğraşan ilk grup, bu fikrin taraftar bulabilmesi için, Musevilerin ilk vatanı olan Filistin’in, son Yahudi sürgününden sonra birçok ulusa vatan olduğu, şimdi bu topraklarda yeniden bir Yahudi devleti kurulacaksa bunun ancak o toprakların son sahibi Araplarla paylaşma şartına bağlı olacağı noktasıdır. Nitekim, bu fikrin modern zamanlardaki ilk babası Theodor Herzl, hem Osmanlı’ya hem de Avrupalılara “Siyon’a dönüş” projesini, Filistin’i paylaşma vaadi çerçevesinde iletmiş; gerek İngilizlerin ünlü Balfour Deklerasyonu’nda, gerekse 1947’de Birleşmiş Milletlerin İsrail’i oluşturmak için aldığı kararın başlığında “Filistin’in paylaştırılması planı” ifadesi yer almıştı. Ne var ki, “Siyon” bu andan itibaren Museviler için Kudüs’e yeniden kavuşma fikri olmaktan çıktı ve Filistinlileri yok ederek, bu topraklarda sadece Yahudilere ait bir devlet kurmayı öngören Siyonist İdeolojisi, Filistinli Arapları kovma, mülksüzleştirme ve öldürme siyaseti oldu.
Neyse ki İsrail’de hala Ari Shavit gibi Museviler var. Uluslararası Adalet Mahkemesi’nin İsrail’i ve onun suç ortağı ülkeleri soykırımı suçundan mahkûm etmesinden ve mevcut İsrail son nefesini de verdikten sonra Yeni İsrail için Ari Shavit’lere çok ihtiyaç olacak.