EGE DOĞAÇ ERDOĞAN- Ben İzmir’den bile hissettiysem kim bilir orası ne haldedir diye başımdan aşağı kaynar sular indi. Bulunduğum whatsapp grupları depremi benden öğrenmiş oldular. Sonrasında hiç susmayan, yeni oluşturulan whatsapp grupları işte bugünkü konumuzun önemli bir parçası. İnanılmaz derecede büyük bir yardımlaşmaya şahit olduk, oluyoruz tüm ülke olarak. Tarifi mümkün olmayan acılar yaşadığımız bu kâbus gibi günlerde bir nebze de olsa olumlu düşünebilmek, yüreğimize umut aşılamak için dünyada eşi benzeri olmayan bir çaba, fevkalade bir dayanışma örneği gösteren milletimizin bu kültüründen bahsetmek gerekiyor.
Anadolu’da Ahilik Temelli Dayanışma
Sadece kendimizin değil, dünyanın da kabul ettiği en önemli özelliklerimizden biri konukseverliğimizdir. Bu özelliğimizin de temelinde yardımlaşma kültürümüz yatar. Bu kültürün oluşmasında tarihsel sürecin etkisine bakalım. Oğuz Türkleri, 11. Yüzyıl’dan itibaren Selçuklu egemenliği altında Orta Anadolu’yu kendilerine yurt seçmişlerdir. Kırsal yapısı, kopup geldikleri Orta Asya steplerine benzediği için Orta Anadolu’nun Türkleşme süreci hızlı gelişirken, Anadolu’nun yerleşik yaşam biçimine daha uygun kesimlerinde bu dönüşüm yavaştır. Anadolu’nun genelini bir Türk yurdu haline getirmek için şehirlerde de Türklerin yerleşik yaşama adapte olması gerekiyordur. Ancak şehirlerde yaşayan Rum ve Ermeni tüccarlarla rekabet edebilmeleri zordur. Bunu kolaylaştırmak için Hacı Bektaş-ı Veli’nin de tavsiyesiyle Ahi teşkilatı kurulur. Ahilik, Anadolu’nun daha kısa sürede Türkleşmesini ve İslamiyete geçmesini sağlamış, Türk olmayan yerli halkın elindeki sanat ve ticaret işlerine Türklerin de katılmasına olanak tanımıştır. 1200’lerdeki Moğol istilasında Türklerin birbirleriyle yardımlaşması elzem hale gelmiş, ancak bu şekilde Anadolu’daki varlıklarını devam ettirebilmişlerdir. Yardımlaşma kültürü, bin yıl öncesindeki bu sosyal ve siyasal realiteler sonucu genlerimize işlemiş denebilir. Daha da derine inersek bu yardımlaşma kültürümüzün psikolojimizdeki temelini araştırmamız gerekiyor. Psikologların görüşlerinden elde ettiğimiz sonuç da millet olarak birbirine son derece bağlı bireylerin oluşturduğu bir toplumsal yapıya sahip olduğumuzdur.
‘Ülkemizde yas birlikte tutulur’
Uzman Psikolog Şebnem Türkdalı Temizocak: “İnsanlar duygusal olarak travmalardan sonra kendilerini savunma mekanizmaları geliştirirler. Bazı travmatik olaylar sonrasında bir an evvel ne yapabilirim diye telaş yaşarız. Yetişkinlerdeki bu kaygıyla baş etme durumu için insanlara önce kendilerini sakinleştirmesini öneriyoruz. Kendimizi kontrol altına aldıktan sonra başkalarına yardımcı olmamız daha kolay. Herkesin kendine göre becerileri var. İşte kimi insanlar evdeki iki tenceresinden birini verdi, sırtından ceketini çıkarıp veren oldu. Bilinçaltımızda düşünürüz ki o insanın yerinde ben de olabilirdim, o zaman bana ne yapılmasını istiyorsam onu yapayım. Empati kurabilen insanlarda bu şekilde gelişiyor reaksiyon. Biz bir Akdeniz ülkesi insanları olarak birbirimize destek olmaya yatkınızdır. Mesela cenazelerimizde kırk gün herkes birbirinin evine gider, yedisi, kaybı olanları yalnız bırakmayız. Farkı ülkelerde farklı şekillerde yas tutulur; bizim ülkemizde yas hep birlikte tutulur. Bu da bizim daha hızlı travmayı atlatmamıza yardımcı olur. Kültürümüzde birlikte yaşama davranışı da gözlemlenir. Örneğin herkes şu anda deprem sonrası akrabalarına kapılarını açtı. Hep birlikte yaşayıp hareket edebiliyoruz. Başka kültürlerde mesela insanlar çadır kent kurarlar ya da başka bir şekilde barınma sağlarlar. Ancak biz evlerimizi birbirimize açarız. Bu yardım etme güdümüz sayesinde yaralarımızı daha hızlı saracağımızı düşünüyorum.”
‘Gözlemci etkisi görmedik’
Psikolog & Aile Danışmanı Tuğba Duman: “Kültürel yakınlık, ortak tarihe sahip olmak, kendine benzer olana hissedilen sempati, tüm bunları topladığımızda empati kurmak kolaylaşıyor, insanlar kendinden bir parça bulabildiğine daha merhametli ve empatik yaklaşabiliyor. Bu felakette de gördüğümüz bu oldu. ‘Aynı durumda ben de olabilirdim!’ İşte bu düşünce bizi özgeci davranmaya itti. Öte yandan benzer olaylarda gördüğümüz gözlemci etkisini (diğeri yardım eder düşüncesiyle yardımda bulunmama) yaşadığımız felakette görmeme nedenimiz beni çok düşündürdü ve şu sonuca varmama neden oldu. İnsanlar kendi kendilerine şu soruyu sordu: ‘Acaba ben yardım etmesem diğeri eder mi?’ Yaşanan felaketin ne denli büyük olduğunu idrak ettikten sonra bireylerin bunu kendilerine sorduklarında muhtemelen yapılan yardımlar yeterli olmayacak, kanaatine varmaları bu yardım davranışındaki yoğunluğu bize açıkladı.”